3. Fâtih Sultân Mehmed’in Hıristiyanlığa meylettiği ve Papa
ile mektuplaştığı söylenmektedir. Bu iddialar doğru mudur?
Böyle bir iddianın gülünç olduğu ortadadır. Ancak bazı tarihden
ve bilimden habersiz kimseler, kasden bu iddiaları ellerindeki medya imkânları
ile kamuoyuna yaydıkları için, mutlaka cevaplandırılması gerekir.
Hz.
Peygamber’in övgüsüne mazhar olan, her zaman İslâm’ın hükümlerini uygulamak için
emirler veren ve en önemlisi de Uzun Hasan’ın annesi Sara Hâtun’a söylediği gibi
i’lây-ı kelimetullahı yani Lâ ilâhe illallah davasını yaymak için didinen bir
devlet adamına, bu tarz bir isnadda bulunmak gerçekten üzücüdür ve tamamen
delilden mahrum bir kuru iddiadır. Bu esassız iddiaların dayandığı çürük
deliller ve cevapları kısaca şunlardır:
1) Fâtih’in annesinin Mara
Despina olduğunu ileri sürerek, annesi tarafından Hıristiyanlığa meylettirilmiş
olabileceğine dair iddiadır. Bunun ne kadar esassız ve yalan olduğunu, ayrı bir
sorunun cevabında açıkladık.
2) İkinci iddia, Fâtih Sultân Mehmed’in
tamamen divan şiirinin kuralları içinde kalarak yazdığı bir şiirdir. Daha önce
de ifade ettiğimiz gibi, Fâtih, Avnî mahlasıyla gazeller ve kasideler yazan ve
hatta bir divanı bulunan büyük bir divan şâiridir. Fâtih’in aşk şiirleri, genç
ve güzel bir padişahın her emrine âmâde kolay sevgiler için değil, sevgileri
gönüllerde sıcak ürperişler uyandıran manevî güzeller için söylenmiştir. Bu
şiirlerde şahane bir tevâzu’, aşkı ve sevgiliyi her saltanatın üstünde tutan bir
incelik vardır. Fâtih’in şiirlerinde tasavvufî aşklar da yer almaktadır.
Divan şiirinde bazan kâfir, âşıkına yaptığı zulümlerden dolayı sevgiliye
de denilir. Bu manada kullanıldığı şiirlerde, sevgilinin saçına zünnar ve
zülfüne de çelipa yani haç denilir. Kâfir, İsevî veya benzeri kelimeler, sevgili
için kullanıldığında, kelimenin takdir edici ve övücü anlamı ile tevriye sanatı
yapılır. Divan şairleri, sevgilinin dudağını can veren havasıyla İsa’ya
benzetirler ve sevgiliden gelen sabâ yeline de diriltici özelliği sebebiyle İsa
adı verirler. Bütün bunlar, divan şiirinde yerleşmiş olan mazmûnlardır. Bunları
kullanan ve sevgili hayaliyle İsayı öven bir divan şairine Hıristiyan
suçlamasını yapmak, olsa olsa divan şiirini bilmeyen cahillere mahsustur. İşte
bu kurallar çerçevesinde, Fâtih bir şiirini şöyle kaleme almıştır:
Bağlamaz Firdevs’e gönlüni
Galata’yı gören
Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören.
Bir Firengi
şivelü İsa’yı gördüm anda kim
Lebleri dirisidür der idi İsa’yı gören
.......................................................
Bir Firengi
kâfir olduğun bilürdi Avniyâ
Belün ü boynunda zünnar ü çelipayı gören.
Sevgiliyi âşıkına yaptığı eziyetlerden dolayı divan şiirindeki ifadeleriyle
kâfire benzeten Fâtih, şöyle demektedir:
Galata’yı gören gönlünü Firdevs
denilen cennete bile bağlamaz.
O selvi boylu sevgiliyi gören artık başka bir
selvinin adını anmaz.
Orada İsa gibi insana hayat veren, ama Firengî şiveli
olan bir sevgili gördüm.
Dudaklarının insana verdiği canlılık ve dirilik
İsa’nınkine benzemektedir.
Avni, senin âşıkına zulmeden bir sevgili (Kâfir)
olduğunu bilirdi.
Belindeki saçların ve boynundaki zülfünü gören bunu red
edemezdi.
3) Bu iddiayı isbat için getirilen bir çürük delil de, Fâtih Sultân
Mehmed’in tamamen İslâm Hukukunun kurallarına uyarak, hem İstanbul’da yeni tayin
ettiği Patrik’e ve hem de bütün Hıristiyan ve Yahudiler gibi azınlıklara
tanıdığı hak ve hürriyetlerdir, gösterdiği anlayış ve müsamahadır. İslâm
Hukukunun emirleri, böyle davranmasını gerektirmektedir. Maalesef, bazı Bizans
tarihçileri ve bu arada Hammer, tayin edilen Patrik’in bu konuda propaganda
yapmış olabileceğini ifade etmektedirler. Halbuki propaganda ayrıdır, kabul
etmek tamamen ayrıdır. Hatta Roma’daki Katolik Papa’nın Fâtih’e yazdığı
mektuptan da bahsedilmektedir. Bu mektup yazılmış olabilir; ancak
gönderilmemiştir. Gönderilse bile, böyle bir etki söz konusu değildir. Bizans
cephesi, her zaman, Cem olayında olduğu gibi, Osmanlı Hanedan üyelerini her
açıdan kendilerine çekmek ve kandırmak istemişlerdir. Ancak hiç bir ferdini ve
hatta kendilerinden Hânedâna gelin gelen kızlarını dahi aldatamamışlardır.
Önemle ifade edelim ki, Trabzon Rum İmparatorluğunun da Fâtih eliyle
yıkıldığını gören ve silahla karşı duramayan Avrupa ve onun ruhani reisi olan
Papa II. Pierre ne yapacağını şaşırmış ve belki Hıristiyanlığa meylettiririm
ümidiyle Fâtih’e bir mektup yazmıştır. Mektubunda "Hıristiyan olmakla bütün
Avrupa senin olacak; Seni Yunanlıların ve Doğu’nun İmparatoru yapacağız"
şeklinde teklif ve tahriklerde de bulunmuştur. Batılı kaynaklar bile (Başta Clot
olmak üzere), o tarihlerde Türklere yazılan mektupların bir moda haline
geldiğini; Papa’nın mektubunun da edebî bir çalışma veya Hıristiyanlığı tehdit
eden bir felâketi uzaklaştırma dışında bir gaye taşımadığını açıkça ifade
etmektedirler. Hatta Osmanlıların ağzından ve tabii ki, Fâtih’in ağzından
cevaplar bile yazılmış olabileceğini ilâve etmektedirler. Papa’nın mektubunun
Fâtih’e ulaştığının ve hatta gönderildiğinin dahi şüpheli olduğunu, ancak
ajanları vasıtasıyla Fâtih’in bu tür mektuplardan haberdar olmuş olabileceğini
delilleriyle anlatmakatdırlar. Mesela Jaspart’ın "Büyük Türk tarafından Aziz
Peder Papa’ya gönderilen mektuplar" adlı kitabının bu çeşit hayali eserlere
örnek olarak verilebileceğini kaydetmektedirler. Böylesine büyük bir devlet
adamına, Papa’nın böyle bir teklifde bulunması normaldir; ancak Fâtih’e bu
mektubun gelip gelmediği belli olmadığı gibi, Fâtih’in İslâmiyetle alakalı
yaptıkları ve kendisinin büyük bir İslâm âlimi olduğu ise gün gibi ortadadır.
Böyle bir hadiseye dayanarak, Fâtih’e Hıristiyanlık ithamını yapmak, tarihi
bilmemek olur.
Fâtih hak ve hürriyetler verdiği fermanda dahi, bu iddiaları
ileri sürenleri tokatlarcasına, aynen şöyle demektedir:
"Ben Ulu Padişâh ve
ulu şehinşâh Sultân Muhammed Hân bin Sultân Murâd'ım. Yemin ederim ki, yeri göğü
yaradan Perverdiğar hakkı içün ve Hazret-i Resûlün -Aley'is Salâtü Ve's-Selâm-
pâk, münevver, mutahhar ruhu içün ve yedi Mushaf hakkı içün ve yüz yirmi dörtbin
peygamberler hakkı içün, dedem ruhîçün ve babam ruhîçün, benim başım içün ve
oğlanların başîçün, kılıç hakkîçün, şimdiki hâlde Galata'nın halkı ve
merdüm-zâdeleri atebe-i ulyâma dostluk içün Papaları Pravizin ve Markizoh Frenku
ve tercümanları Nikoroz Baluğu ile Kalâ-i mezûrenin miftâhın gönderüb bana kul
olmağa itâat ve inkıyâd göstermişler. Ben dahi; Kabul eyledim ki, kendülerin
âyinleri ve erkânları ne vechile câri ola-gelirse, yine ol üslûb üzere âdetlerin
ve erkânların yerine getüreler. Ben dahi üzerlerine varub kal'alarını yıkub
harâb etmeyem".
4) Bazı ilimden mahrum insanların, Çandarlı Halil
Paşa’yı, aşırı Hıristiyanlık düşmanı olduğundan idam ettirdiğine dair iddialar
ise, tamamen gülünçtür; zira tam tersi sebeplerle Halil Paşa’nın Hıristiyan
âlemini küstürmemeye gayret gösterdiği için idam ettirdiği bazı kaynaklarda
açıklanmaktadır.
5) Fâtih Sultân Mehmed, kendisi büyük bir İslâm âlimi
olması ve hem de Ortodoks mezhebi ile Katolik Mezhebi arasındaki dengeyi siyâset
açısından istemesi sebebiyle, İstanbul’un fethinden sonra, Hıristiyanlık
konusunda uzman olan âlimlerden istifade etmesini bilmiştir. Bunun için yeni
tayin ettiği ve Ortodoksları temsil eden Patrik Gennadios’dan yazılı bilgi
istemiş; Patrik de "Hıristiyanlığa Dair" isimli bir Risâle ile dini hakkında
bilgiler ihtiva eden bir eser kaleme almış ve bu eser Karaferye Kadısı Molla
Ahmed tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Latin Klisesinin aleyhinde olan
Patrikden, Patrik Maksimos ile Patrik Manuel’in Hıristiyanlık ile ilgili ilmî
tartışma yapmalarını da istediği, bazı batılı kaynaklarda kaydedilmektedir.
Ayrıca Hıristiyanlığın ikinci merkezi sayılan İstanbul’u fetheden bir devlet
adamının Hıristiyanlığa dair nadide şeyleri toplaması ve hatta bu konuda bir
koleksiyon oluşturması çok normal bir şeydir. Hele bu devlet adamı Fâtih gibi
âlim ve Hz. İsa ile Hz. Meryem’e inanan bir Müslüman ise, böyle şeyleri farklı
noktalara çekmek, Fâtih’i ve İslamiyeti bilmemek demek olur
Fâtih’in
niyetinin kendi dilinden öğrenmek daha doğru olsa gerektir:
İmtisâl-i ‘Câhidû fillah’
olubdur niyyetüm
Din-i İslâmın mücerred gayretidür gayretüm
Fazl-ı Hakk
u himmet-i cünd-i Ricâlullah ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür
niyyetüm
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benüm
Lütf-i Hak’dandur hemân
ümmid-i feth ü nusretüm
Nefs ü mal ile n’ola kılsam cihânda ictihâd
Hamdü li’llah var gazâya sad-hezârân rağbetüm
Ey Muhammed mu’cizât-ı
Ahmed-i Muhtâr ile
Umarım gâlib ola a’dây-ı dine
devletüm.