8. Fâtih Sultân Mehmed’in İstanbul’u kılıç gücüyle aldığı,
başta Ayasofya’yı camiye çevirme olmak üzere, Hıristiyanlara ait mabedleri yok
ettiği, şehirde katliam yaptığı ve en önemlisi de İstanbul’u yakıp yıktığı söylenmektedir.
Bunlar doğru mudur?
Hemen şunu ifade edelim
ki, bu tür iddiaları, bizzat fethe katılan Bizans tarihçileri bile söylemeye
cesaret edememiştir. Zira Fâtih Sultân Mehmed, İstanbul’un fethini de ve diğer
fetihlerini de, tamamen İslâm Hukukunun hükümleri çerçevesinde yapmıştır. İslâm
Hukukuna göre, bil-fiil harp halinde bile, İslâm ordularına düşmanın şahıs ve
mallarına karşı bazı fiillerin icrası, yasaklanmıştır. Ecdâdımızı zaferden
zafere koşturan en önemli sebeplerden biri, bu esaslara harfiyyen uymalarıdır.
Zaten zaferler, bu esaslara uymaları ile doğru orantılıdır.
Yasak fiilleri kısaca sayalım: Zulüm ve işkence
ile öldürmek; muhârip sınıfına girmeyen kadınları, küçükleri sahiplerine hizmet
için gelmiş köleleri, sakat ve müzminleri, yaşlıları, hastaları, akıl
hastalarını ve dünyadan el etek çekmiş din adamlarını öldürmek yasaktır. Ancak
bunlardan biri bedeni, fikri ve malı ile savaşa katılırsa, öldürülebilirler.
İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi (müsle) de yasaktır. Verilen söze
veya muâhedeye aykırı hareket yasaktır. Savaş zarureti bulunmadan ziraî
mahsuller, orman ve ağaçlar yakılmaz. Zina ve gayr-i meşrû münasebetler
yasaktır. Rehineler öldürülemez; ölülerin başı ve uzuvları kesilemez ve katliam
yapılamaz. Başta baba olmak üzere yakın akraba, savaşla ilgisi olmayan esnaf ve
tüccarlar öldürülmez. Daha başka yasaklar da bulunmakla beraber, biz bu
kadarıyla iktifâ ediyoruz.
Bu hükümleri, Fâtih’in Kazaskeri olan Molla
Hüsrev’in kitabından naklediyoruz. Bu hükümleri resmi kanun hükümleri olarak
kabul ve tatbik eden bir devlet adamına, İstanbul’u ve içindekileri yaktı yıktı
gibi isnâdlarda bulunmak, sadece delilsiz konuşmanın kötü örneklerini teşkil
eder.
Gelelim İstanbul’un fethinin hangi
yolla olduğuna ve Ayasofya meselesine;
İslâm devletler
hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i
kitâba ait ma'bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaa-de
edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen
topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslâm hükümdarı, isterse, başka
dinlere ait bütün ma'bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir.
İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri
bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu
hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve
havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah'ın yardımı ve kılıcının
kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya'yı cami haline ge-tirdikten
sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder. Papaz ve
hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir
kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı
olduğunu Fâtih'e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma'bedlerine
karşı İstanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa
toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep
etmişlerdir.
Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultân Mehmed, bu
isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilen-lerin dışında kalan kilise ve
havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise
ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti an-layışı
oluğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebüssuud Efendi, verdiği bir
fetvâda vuzuha kavuşturmaktadır. Bu fetvânın aslı aynen şöyledir:
"Merhûm Sultân Muhammed Hân hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve
etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan unveten
(cebr ile) fe-tihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delâlet
eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110
yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultân Muhammed
Hân ile ittifak edüb Tekfur'a nusret etmeyecek olub Sultân Muhammed dahi anları
seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth
olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenâsi-i kadîme hali üzere kalmıştır.
Ketebehu Ebüssuud".
Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de
doğrulamaktadır. Fâtih Sultân Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım
Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: İlk
umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul
etmelidir. Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslâm Hukukunun kuralları
gereği, can ve mala aslâ zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan
döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu
habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de
anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip
etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fâtih’in bu konudaki tavrını ortaya
koymaktadır.
Görülüyor ki, Fâtih Sultân Mehmed'in Sırbistan'da tat-bik
edeceğini va'd ettiği "Her caminin yanında birer kili-se inşasına müsaade"
durumu, İstanbul'da da tatbik olun-muştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki
Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı
Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göster-miyor mu? Edirnekapı
Caddesinin son kısmında yer alan Mih-rimah Sultân Camii'nin hemen karşısında bir
Rum kilisesi-nin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerin-den
değil midir?
İstanbul’un harap edilmesi iddiası da doğru değildir. Buna
ayrıntılı cevap vermek yerine, İstanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz
olayı arasında zikreden CNN, Time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tesbitden
bir cümle nakledelim: İstanbul, Fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir
harâbe ve ölü şehir idi. Fetihden sonra, hem Avrupa’nın ve hem de Müslüman
memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. Nitekim Rus
tarihçi Ouspensky bile "Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok
daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar" diyebilmektedir .