6. İç oğlan kavramı kullanılarak bazı Osmanlı Padişahlarının
cinsî sapık ve oğlancı oldukları iddia edilmektedir. Hatta Fâtih Sultân Mehmed’in
bile bu konuda namuslu davranmadığı ileri sürülmektedir. Bazı Rum tarihçilerinin
de bu manada bir kısım isnadları bulunmaktadır. Bu meselenin aslı ve esası nedir?
Batılı bir kısım tarihçiler ve günümüzdeki bazı
kitap yazarları, bir kısım Osmanlı Padişahlarının gayr-ı meşrû’ ilişkiler içine
girdiklerini iddia etmişler ve Osmanlı Tarihçileri tarafından uzun uzadıya
incelenen iç oğlan meselesini dillerine dolamışlardır. İçoğlan, Topkapı sarayını
teşkil eden üç kısımdan birisi olan Enderun’da yani İç Saray’da çalışan devşirme
görevlilere, enderûn personeline veya diğer bir ifadeyle Devlet başkanlığı
personeline denmektedir. Ayrıca Yeniçeri Ocağında da bir gurup için bu tabir
kullanılır. Merak edenler, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Kapu Kulu Ocakları
Kitabını inceleyebilirler.
İç oğlan kelimesini rezil hallere
yorumlayanlara, burada kısaca cevap vermek ve çarpıtmalara örnek olarak
okuyucuların da nazarlarına takdim etmek icabedecektir.
Bir kısım
yazarlar, Padişahların Enderun denilen İç Saray’da kendileriyle gayr-i meşru
münâsebette bulundukları iç oğlanları denilen genç ve güzel delikanlıları
bulundurduklarını ve hatta bunları başkalarından kıskandıklarından dolayı
bazılarının yüzlerini dahi örttürdüklerini; bazı Osmanlı Padişahlarının ise
tamamen erkek düşkünü olduklarını utanmadan kaleme almaktadırlar. Ayrıca
Kâbûsnâme ile ilgili iddialar da bunun gibi saçmadır.
Şimdi iddia
sahiplerinin delil olmak üzere Kâbusnâme’den ve Yavuz Sultân Selim’in kızı Fatma
Sultân’a ait kocası Mustafa Paşa’dan yakındığı bir mektuptan nakledilen
cümleleri ve bunları nasıl çarpıttıklarını gözler önüne sererek, diğer
çarpıtmaların da bunlar gibi olduğunu okuyucuya anlatmak istiyoruz:
İddia sahiplerine göre, Osmanlı Hareminde bütün çarpık ilişkilerin
yanında Padişahların ve Enderûn halkının erkeklerle ve hem de iç oğlan denilen
Saray Hizmetlisi olan erkeklerle çarpık ilişkileri vardı. IV. Murad bunlardan
biriydi. "Bâtılı tasvir, sâfi zihinleri iyice tadlîl edeceğinden yani
sapıtacağından", biz tasvir yerine bunların iddiasına cevap vermek istiyoruz.
İddialarını isbat için getirdikleri önemli bir delil şu:
Ziyar
Oğullarından Emîr Keykavus tarafından 475/1082 tarihinde oğlu için Nasihat-nâme
tarzında telif edilen Kâbûs-nâme adlı bir kitabdan alınan bir iftirâdır. İddiaya
göre, Osmanlı Padişahları tarafından da benimsenen bu Kitap’taki öğütlerden
kadınlarla cinsî münâsebetle ilgili olanlarından birisi şudur: "Ve yaz olunca
avretlere meylet, kışın oğlanlara ki, sağlık ve esenlik içinde olasın. Çünkü
oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse sağlığa zarar verir. Ve
avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir araya gelirse teni kurutur".
İddiacılara göre, başta IV. Murad olmak üzere, bazı Osmanlı Padişahlarının
yazları kadınlarla ve kışları da erkeklerle beraber oldukları nakledilmektedir.
Kâbûsnâme’nin XIV. yüzyıl yani Fâtih’in babası II. Murad zamanında Mercimek
Ahmed tarafından yapılan tercüme olduğunu ve o zamanki ifadeler kullanıldığını
kendileri de kabul etmektedirler.
Daha da ileri giderek, bu işin Osmanlı
damadlarına kadar uzandığını ve hatta Yavuz’un kızı Fatma Sultân’ın bu yüzden
ilk kocası Antalya Sancak Beği Mustafa Paşa’dan şikâyet ettiği bilinmektedir.
Fatma Sultân’ın bir mektubundan aldıkları şu cümleyle iddialarını isbât etmeye
kalkışırlar. Cümle şudur: "Benim Devletlü Sultân Babam, Dirliğim yoktur. Bir
kişiye düştüm ki, beni bir kelb (köpek) hesabına saymaz. Elin oğlanların zulüm
ile atasından ve anasından alur; hemen işi gücü oğlanlar derdinedir".
İddiacılara göre, bu cümleler, Osmanlı beylerinin erkekler ile ilişki
kurduklarını isbat etmektedir. Ancak bu mektubun XV. yüzyıla ait olduğunu
kendileri de kabul etmektedirler. O asırda kelimenin manasının genç kız ve erkek
demek olduğunu ise, lügatlerden anlıyoruz.
Bu arada şunu da ifade edelim
ki, konuyla ilgili çarpıtmaların başına bir yazarın "Çünkü siz kadınları bırakıp
şehvetle erkeklere yaklaşmaktasınız" mealindeki ayeti koyması ve dipnotta da
80-84. âyetleri vermesi çok manidardır.
Şimdi gelelim meselenin izahına :
Önce bir konunun
izahı gerekiyor: Kur’ân’dan nakledilen âyet, Hz. Lut’un livâta günahını işleyen
kendi milletine söylediği bir sözün parçasıdır. Tamamı şöyledir: "Siz, sizden
evvelki insanların işlemediği bir fuhşu ve büyük günahı mı işliyeceksiniz? Çünkü
siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşmaktasınız. Gerçekten de siz
aşırılıklar ve günahlar içine giren bir milletsiniz". Kur’ân, Hz. Lut’un bu
sözlerinden sonra kavminin kendisini memleketten çıkarmak üzere harekete
geçtiklerini ve ancak Yüce Allah’ın böylesine aşırılığa giderek livâta suçunu
işleyen Lut Kavmini şiddetli bir azapla azaplandırdığını beyân buyurmaktadır.
Nakledilen âyet meali ile konunun hiç bir münâsebet ve alakası olmadığı açıkça
görülmektedir.
Gelelim ikinci hususa; Bilindiği gibi, her zamanın bir
lehçesi ve konuşma ağzı vardır. Yani kelimeler farklı zamanlarda farklı
manalarda kullanılmaktadır. Erzurumlular, "Misafiri yola vurmak" tabirini
kullanırlar; herhalde bundan, misafiri kaldırıp yola çarpmak değil, uğurlamak
manası anlaşılmalıdır. Azeriler, "Kulluğun edeyim" demektedirler; bunun manası
da senin kölen olayım değil; sana nasıl yardımcı olabilirim manasına olduğu
açıktır.
İşte hem Kâbusnâme’de ve hem de Fatma Sultân’ın Mektubunda
geçen oğlan kelimesinin de manası çarpıtılmaktadır. Zira XIV. ve XV. asır Türkçe
metinlerde oğlan kelimesinin manası, bugün kullanılan manadan önemli derecede
farklıdır. Temel kaynaklardan anladığımıza göre, bu asırlarda "oğlan"
kelimesinin iki temel manası vardır: "oğlan" kelimesinin birinci manası, cins
ayırt etmeksizin "çocuk", ikinci manası ise, yine erkek olsun kız olsun "genç"
demektir. Bu kelimenin sırf erkek cinsini karşılamaya başlaması, bundan sonraki
devirlerde söz konusudur.
Buna delil çok ise de, en güzel delil,
Erzurum’lu Mustafa Darir’in XIV. yüzyılda yani Kâbusnâme’nin Türkçe’ye tercüme
edildiği asırda kaleme alınan Yüz Hadis Tercümesindeki şu ifadedir: "Bu kez
Resûl Hazreti cevâb verdi, buyurdı kim, "Evlenün şunun bigi avretler ile kim,
erden kaçmaz ola, oğlan doğurgan ola, ümmetim çok ola kim, ben ümmetimin çokluğu
ile fahrlanurum yarın kıyamet gününde". Yani "çocuk doğuran ve erkeğinden
kaçmayan hanımlarla evlenin".
Tesbitlerimizi teyid eden bir husus da,
Kâbus-nâme’yi tercüme eden mütercim ile Yüz Hadis Tercümesini yapan mütercimin
aynı asırda yani Fâtih Sultân Mehmed’in babası II. Murad zamanında yaşamış
olmalarıdır. Zaten Tarama Sözlüğü başta olmak üzere, filolojik kaynaklar da bu
dediklerimizi doğrulamaktadır. Ancak kelime oyunlarıyla tarihi ve İslâmiyeti
kötülemek istiyenlere, elbette ki diyebileceğimiz fazla bir şey yine de
bulunmamaktadır. Bizi asıl üzen husus ise, Uluçay gibi bir araştırmacının da
aynı dedikodulara önem vermesidir ve hatta Harem II Kitabında yalanladığını
Harem Hayatının İç Yüzü adlı eserde doğrulama veya sadece nakilde bulunma yoluna
girmesidir.
Ayrıca şu cümle de bu konuda açıktır: "Eğer oğlan kızsa, kız
doğurmuş avrat südün emzireler; eğer er ise er oğlan doğurmuş avrat südün
emzireler". O halde XIV. ve XV. asırlarda oğlan tabiri genç kız ve erkekler için
ve avrat tabiri ise yaşlı kadınlar için kullanılmaktadır. Nitekim Kâbûsnâme’nin
asıl dili olan Farsça’daki oğlan kelimesinin karşılığı bulunan gulam kelimesinin
de manası böyle zikredilmiştir: "Gulâm; Çocuk ve genç demektir. Doğuştan gençlik
dönemine kadarki safha".
Bu girişten sonra Kâbûsnâme’deki ve Fatma
Sultân mektubundaki ifadeler daha iyi anlaşılmaktadır:
Kâbus-nâme, biraz
evvel de belirttiğimiz gibi, bir Nasihat-nâme mahiyetindedir. Her konuda âyet ve
hadislerle veya eski devlet büyüklerinin ahlakî esaslarıyla süsleyerek evladına
nasihatta bulunan bir devlet adamının nasihatları durumundadır. İşte
Kâbûsnâme’nin 15. Kitabı, ahlakî bir konu olan Karı-Koca Münâsebeti (Cimâ‘ın
İyisi ve Kötüsü) hakkındaki tavsiyeleri ihtiva eylemektedir. Buradaki
tavsiyelerden biri de, birden fazla hanımı bulunan ve câriyeleri de var olan
oğluna yaptığı şu tavsiyedir: "Ve yaz olıcak avretlere meylet ve kışın
oğlanlara; ta ki, ten-dürüst olasın. Zira ki, oğlan teni ıssıdur, yazın iki ıssı
bir yere gelse teni azıdur ve avret teni sovuktur, kışın iki sovuk bir yere
gelse teni kurudur. Vesselam".
Yani birden fazla kadınların olması
halinde, yazın kısmen yaşlı kadınlarla ve kışın da genç kadınlarla beraber ol
ki, sağlık ve esenlik içinde olasın. Çünkü genç kadının teni sıcaktır, yazın iki
sıcak bir araya gelirse sağlığa zarar verir. Ve genç olmayan kadının teni
soğuktur, kışın iki soğuk bir araya gelirse teni kurutur. Şimdi bu manayı
çarpıtarak, erkeklerle beraber olmayı tavsiye manasını çıkarmak, ilimden ve
dilden haberdar olmamak demektir.
Fatma Sultân da, kocasının, genç
câriyelerle beraber olup kendisine iltifat etmediğini yazmaktadır. "Benim
Devletlü Sultân Babam, Dirliğim yoktur. Bir kişiye düştüm ki, beni bir kelb
(Köpek) hesabına saymaz. Elin oğlanların zulüm ile atasından ve anasından alur;
hemen işi gücü oğlanlar derdinedir". Bu cümlelerle kendisini bir köpek yerine
bile koymadığını, anasından babasından zorla câriye diye aldığı genç kadınlarla
beraber olduğunu babası olan Osmanlı Padişahına şikâyet etmektedir. Genç
câriyeler ile beraber olmak demek olan "işi gücü oğlanlar derdinde olmak" manası
nerede? Erkeklerle beraber olmak manası nerede?.
Bu iddiaları ileri
süren yazarlar da biliyor ki, bırakınız bir Osmanlı damadının çarpık ilişki
kurmasını, Sultânlar ile evli iken başka kadınlar ile evlenmeleri dahi fiilen
yasaklanmıştır. Konuyu Sultânların evlenmeleri bahsinde ele alacağız. Ancak söz
konusu mektubun manasını anlamıyanlar, bir kısım ifadeleri kendilerine göre
yorumlamaya kalkışmışlardır .